17 Nisan 2010 Cumartesi
Kadınım
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
NAZIM HİKMET
Bu renksiz dünyayı birlikte sevebilenlere...
Nazım Hikmet'in dizelerinden
Tanju Okan'ın o eşsiz sesinden...
11 Nisan 2010 Pazar
Seviyorum seni...
Seviyorum seni
Acı çeker gibi seviyorum
Kaçarken yakalanmış ve bir daha kaçamayacakmış gibi seviyorum
Önsezilerimle korkarak seviyorum seni
Başıma geleceklerin var olduğunu bilerek seviyorum seni…
Öyle yarım yamalak değil
‘Adam’gibi seviyorum seni
Bir kadının bir erkeği sevebilme ihtimallerinin tümü ile seviyorum seni.
Uykum gibi
Yemek gibi
Su gibi
Öyle basit ve bir o kadar tutku ile seviyorum seni…
Binlerce şüphe ile seviyorum seni
O şüpheleri yalana çıkarmadığın halde seviyorum seni
‘Eksik bir şey’in varlığıyla seviyorum seni
Tüm güvensizliklerimle
Tüm sessizliklerinle
Vazgeçebileceğimi düşünerek ve her gün isteyerek vazgeçebilmeyi
Ama bilerek vazgeçilmezliğini
Seviyorum işte seni…
Sev dedin sevdim
Daha ne…?
Dönüş Yolu..
Ankara’nın ayazında gecenin bir yarısında kalabalık bir minibüsün camına vuran sıkışık soğukluğundayım.Yanımda adam.Nedense bunca gündür özlem duyduğum adam yanımda ama ben çok mutsuzum.İçimde dinmeyen bir huzursuzluk var.Adam’ı da tersleyip duruyorum dakikalardır…
Ayaktayım ve Ankaralıların hiç te sevimli insanlar olmadığını düşünüyorum.Paraları toplayan adamı öldüresim var mesela.Dakikalardır durmadan ,hayvani bir iştahla beni kesiyor ,üstelik adamın belime dolanmış elini umursadığı bile yok…Nefret ediyorum bu şehirden diyorum adama.Suratım bir karış…Adam ne yapsın ki?
Sonra önümde oturan adama değiyor gözlerim.Nasıl benziyor Yarabbim!Önüne sarkmış bir iple boynuna bağlı gözlükleri,kırlaşmış saçları,elleri ve ellerinin üzerinde ki damarları…Belli yorgun,kucağında ödüle benzer bir şey ,bir yerlerden dönmekte belli.
Burnumun direği sızlıyor bir anda.Adam şaşıracak diye gözyaşlarımın akmaması için dua ediyorum.Ama olmuyor,ne kadar tavana da diksem gözlerimi o iki damla yol bulup akıyor.
Her yer babam oluyor,herkes babam kokuyor bir anda.O amca sarılsın bana istiyorum.O bana sarılsın ben katıla katıla ağlayayım boynunda.Babam diyeyim ,babacığım.Herşeyden vaz geçmeye hazırım bu uğurda ,yeter ki o adamcağız sarılsın bana…
Huzursuzluğumun sebebini anlıyorum o anda,sevdiklerini kaybetmiş insanlara mahsus bir özlem krizinin ortasındayım.Sonra adama bakıyorum ;o nasıl dayanıyor acaba diyorum?Öyle ya onun acıları benden büyük,paylaşmazda hem.Öyle üstün körü anlatır sanki başkasının acısıymış ta ona emanet etmişler gibi…Oysa nasıl isterdim paylaşabilmeyi…
Ankara’nın bozkırında yol almaktayım.Evime dönmekten sevinçli ,sevdiğim adamı geride bırakmaktan kederliyim.
Anladım ki hayatta hiçbir mutluluğum hüzne bulaşmadan benim olmayacak…Yada benim birini sevme şeklim bu galiba…
Hepinizi çok özledim…
Gene Ankara Yolları…
Bu gece her saniye sana,yani bir bilinmezliğe doğru yol alıyorum…
Nasılda yazmak istedi canım halbuki…Yazmasına yazıyorum da yayımlama şansım pek olmayacakmış gibi.Otobüsün internetine bir türlü bağlanmam mümkün olmadı.
Oysa uzun süredir uzağım sizlerden…
Oysa cesaret verici bir sese nasıl da ihtiyacım var şu an..
Bir şey olduğundan değil,öyle bir iç sıkıntısı işte.Hani bazen nedensiz gelir ve yerleşir ya insanın içine.Yoktur bir sebebi...Öyleyim şuan işte…
Önsezilerim mi yoksa vesveseli ruh hali mi bunun sebebi bilemiyorum…
Neyse belki sonra yayımlarım bu yazıyı …
Belki hiç yayımlanmayanların arasında kaybolup gider işte…
9 Nisan Cuma -22:30