Yazıma bir itirafla başlamak istiyorum.Açıkçası konu aşk ,meşk olunca hele bir de kalp yarası hafiften sızlıyorsa yazması çok daha kolay oluyormuş.Halbuki sıradan şeylerde yazmak lazım.Çünkü aslında çok sıradan değil mi hayatlarımız?
Sıradan,çünkü çoğumuz her sabah aynı saatte yataklarımızdan kalkıyoruz,belki duş alıyoruz, bazen iki üç lokma bir şeyler yiyoruz çoğunlukla ona da vakit bulamıyoruz ve kirası ateş pahası olan ama otel gibi kullandığımız evimizden fırlayıp gidiyoruz.Sonrası malum,eğer İstanbul’daysak cehennem gibi bir trafik ,işe varış,muhtemel bol stresli ve haddinden uzun bir mesai,posası çıkmış bir halde eve geliş,akşam yemeği yada ona bile fırsat kalmadan televizyonun karşısında sızış…Aynı bu sıralarda televizyonda sıkça dönen reklam filmi gibi.
Halbuki neler hayal etmiştik ilk gençlikte hayatımızın ilerisi için.Hepimiz birer idealisttik.Neler olmak için yaratılmıştık ama neler olduk.Ama sistem denilen bu mükemmel çark bizi de içine bir şekilde çekti öğüttü ve hepimizi birer kurulu robot haline getirdi.Öyle ki bu halimizle hayattan zevk aldığımızı bile iddia eder olduk.Düşünmeden,düş kurmadan,belki de hayatta nelerden zevk aldığımızı bile öğrenemeden geçip gidiyoruz işte bu hayattan.Arkamızda bıraktıklarımızsa ödenmiş faturalarımız,kredi kartı ekstrelerimiz,aynı saate ayarlanmış cep telefonu alarmlarımız.Bu mu bizim hayata gelme sebebimiz?En son hangi düşü kurdunuz yada daha iyisi en son ne zaman düş kurdunuz???
İşte bu soruları sordum ben de kendime…30 olmama birkaç ay kala fotoğraf çekmekten çok zevk aldığımı aslında pastacı olmak istediğimi,İngilizcedense İtalyancayı tercih edebileceğimi ve yazılarımı başka platformlarda da okuyucularına ulaştırmak istediğimi keşfettim.Biliyorum çoğunuz biraz geç olmuş diyeceksiniz bana.Hatta satış müdürü olmuşun işte işini de seviyorsun derdin ne diyeceksiniz bana?Ama ya gerçekten muhteşem pastalar yapabilecek kadar kabiliyetliysem yada en az Ara Güler kadar harika fotoğraflar çekebileceksem ve hatta Nobel’i kucaklayabilecek kadar muhteşem bir roman yazabilme yeteneğim varsa.Sizce de denemeye değmez mi?Bunun adı maceracılık değil,sakın yargılamayın.
40’ıma birkaç ay kala hala İtalyanca konuşamıyorsam,çektiğim fotoğraflar hiç ödül almamışsa,yazılarım hala sadece sahibine mektuplarda sahiplerini arıyorsa ve ben hala anneden kalma yöntemlerle pasta pişiriyorsam ve içimde tüm bu yaşanamamışlıkların sızısı beni kemirip duruyorsa neye yarar bu hayat.
Ha şimdi ha yarın diye ertelediğimiz bu hayatların süresi ne yazık ki hiç belli değil ve tüm bu hayallerimizi gerçekleştirmek için bir on yılımız daha var mı hiç bilmiyoruz.Artık kemikleşmiş değer yargılarımızdan,bize çizilmiş hayatlarda yardımcı oyuncu olmaktan vazgeçelim derim.Kendi hayal ettiğimiz hayatın baş rol oyuncusu olmak için şansımızı zorlayalım.Hazır baharda kapıyı zorlarken bizde düş kurup,düşlerimizi gerçeğe taşımak için ne gerekiyorsa yapalım.Çünkü hayat ertelemeye gelmez…
Yazarın kendine notu:Yazıya birde tazecik yeni çekilmiş bir fotoğrafımı ekledim.Uzun saçlarımı malum hastalık sebeplerinden kestirdim ve resimlerde artık küçük bir kız çocuğu gibi de durmuyorum.İtiraf etmem gerekirse bu durum sinirimi de bozmuyor değil!Yaş-la-nı-yo-rum…J Alın size hayatı ertelememek için bir sebep daha…
1 yorum:
süper süper tebrik ederim sen muhteşem bir yazarsan boşver at kenara satış müdürlüğünü ama dediğin gibi kiralar çok pahalı ki sanırım sende anadolu yakasında kadıköy civarında oturuyosun bilirim pahalıdır:)ayrıca anneden kalma yontemlerle yapılan kek şimdikilere bin basar ha becerilerine bilemem ama iyisindir die düşünüorum bu hisse nerden kapıldım bilmiorum bi aydın doğan olabilseydim de gazatede yazı yazdırabilseydim sana,ayrıca şunu belirteyim selçuk toptaş senı bu yazılardan tanıdıgı kadarıyla mutlu emin ol buna bu bile çok güzel bişi umarım ikimizde birgün veya o ne kadar uzak oldugunu bilmediğimiz gün için dualar edelim de en zirve en huzur en mutluluk dolu anları yaşayalım görüşmek dileğiyle başak...
Yorum Gönder