Evet ,yanlış görmediniz.Aşağıda okuyacağınız yazının sahibi ben değilim.Sahibine Mektuplar Ali Abimizden mektup aldı...Okuyanlar bilir,geçen hafta cesaret mim'i için Ali abi'den de bir şeyler yazmasını rica etmiştim.(İtiraf etmeliyim ;adamcağızın başının etini yedim ) O'da beni kırmamış ve yazısını ikiye bölüp ,birde bana jest yapıp senin sayfanda yayımlayalım deyip yollamış.Tabii bendeniz ihya,zevkten sekiz köşe...Ehh kimselere nasip olmaz böylesi,bugün Sahibine Mektuplar rayting rekorları falan kırar diye bekliyorum.:)))
Nisan ayından bu yana bu blog camiasında yazmaktaydım ama Mim meselesi gelsin beni bulsunda istemiyordum. Tatlı tatlı geçinip gidiyorduk bu alemde ve aslına bakarsanız; felan feşman beni MİM lemiş cümlelerinden başkaca da bir şey hakkında bilgi sahibi de değildim. Taa ki Başak Hanımefendinin lastik topu kaybolup akraba, eş-dost la oyun oynamak istemesine kadar. Bir gün geldi bana; şirin şirin, seni mimledim dedi. Ben anlamını dahi bilmiyorum. Ordan oraya okuyup durduk bu blog jargonunda Mim ne menem bir nanedir ve nasıl yenir. Kıt olan anlayışıma göre anladıklarımı şöyle sıralayabilirim;
a- Virüsü sana çaktım. Nasıl iyimi ?
b- İyi anam. Ben de başkasına çakarım. İt ite, it kuyruğuna. Herkes virüslü olsun blog ta
c- Ebe sensin. Bir milyon dokuz yüz yetmiş beş bin altı yüz seksen dokuza kadar say
d- Canım sıkıldı. Hadi bana bir şey itiraf etsene. Öyle kafana göre olmaz. Konuyu ben söyliycem
e- Ben yazıyorum canım çıkıyo. Onlar okuyo. Bedavaya hiçbir şey yok. Hadi bakalım hareketler sert ve canlı ossun.
f- Epeydir yazmıyosun. Bi konu verim de, gör ananenin mor çiçekli elbisesini.
g- Bir ara büyük şehirlerde iğne saplayıp kaçan tipler vardı. Mim ciler de böyle bir taraf varmı ?
h- Canım çok mim istedi. Ama adaletli de olmalıyım. Şu izleyici listesinden işaret parmağımı ağzıma götürüp, “Ooooo, it osurdu. Bit Osurdu. Tıs pıs. Osuruklu Kız” diye sayıp, çıkanı çalıştırayım. Beyni, eli, gözü açılsın. Bende okuyayım durumu.
Yada ;
i-Seni seviyorum. Benim için değerlisin ve senden bunu ispat etmeni istiyorum. Ve seni haneme davet ediyorum getireceğin hikayenle.
Ben başıma gelen bu MİM hadisesini son seçenekteki gibi algıladım ve Başak Hanımefendiye kendileri için de uygun olan bir vakti zamanda gelebileceğimi bildirdim. O da sağ olsun, uğraşmış; kek, çörek, baklava, börek hazırlamış ve bizi beklemeye koyulmuş o vakitte hanesinde. Zili çaldık, kapı açıldı ki kendileri bir sevinç ve pür neşe. Buyur etti bizi içeriye, yer gösterdi. Başak Hanımefendi misafir gelecek diye ev halkını bir haylice talim ettirmiş. Gümüş iki küçük “Mi mi” dedi. Badem de selamımıza ufak bir “Vooff” dedi. Başak Hanım didindi, durdu ortalıkta. Çaylar döküldü ince belli bardaklara, çörekler börekler şan oldu midelere, kahveler sürüldü ocaklara. İzzet-ü ikram, Ali-ül Ala. Başak Hanımın da dinlenme vakti gelince; aldı çay bardağını eline, oturttuk baş köşeye kendisini ve açtık yanımızda getirdiğimiz hediye paketini ki, hoşça kulaklarına değsin. Mutlu mütebessim olsun kendileri.
Efendim ! Vakti zamanın birinde Ali Necip adında bir sıpanın teki varmış. Ailesinin, baba tarafı üç nesil Fransız mekteplerine gitmiş ve Fransızca’yı iyi konuşurlarmış. Anne, baba ve babaannesinin de tüm arzu ve emelleri de bu yönde, Ali Necib in Fransızca öğrenmesi imiş. İlkokul dördüncü sınıftan itibaren dolap beygiri gibi talim ettirmişler yabancı mekteplerin imtihanları için. O yıllarda öyle tek sınavla bir yere girmek yok. Bütün okulların, koca bir yaz dönemine yayılan ve farklı günlerde yapılan imtihanları var.
Her neyse hikaye tatlıdır, uzatmayalım;
Ali Necib, sonunda bir Fransız Papaz Mektebine kapağı atmış. Herkes pür neşe ama bizimkisinin suratından düşen, bin parça. Bu Fransızca denen lisanı münasip, bir haylice zor. Okulda kara elbiseli papaz hocalar var. Sınıflar loş. Bizimkinin içi zaten doğuştan dertli. Melankoliyi tetikleyecek her şey var. Kitaplar İstanbul telefon rehberinin iki katı. Çantanın o kadar kitabı alabilmesi için kocaman seçilmiş. Kendisi talebe mi, hamal mı? bilmiyor. Çanta kendinden büyük. Bazen korkuyor, çanta üstüne düşer de, eşek cennetine giderim diye. Okul, öğleden sonra üç buçukta bitiyor. Üstüne, bir de etüt denen bir şey var ki, karanlık karanlık salonlarda yapılıyor. Çıt çıkar, ceza veriyorlar. Bunlarda yetmiyormuş gibi eve de, sürekli yazılı ödev var. Yaz baba yaz. Öyle, çala kalem falan değil. Kaligrafi dersindeki gibi güzel bir el yazısı ve dolmakalem ile. Sadece kırmızı renk kullanmak gerekirse tükenmez kaleme izin var, o kadar. 1930-40 ların eğitim sistemi. Aksiyon Reaksiyon ikilemesi ile çalışıyor. Tepkisel yöntemlerle bebeler adam olacak. İki sene hazırlık. El alemin çocukları orta sona geçmiş. Bizimki hala orta bir. Onur kırıcı bir durum kaybı olmamasına rağmen. Kendisine kaçıcı sınıfa gittiği sorulduğunda; hazırlık okudum eklemesi yapıyor. Vakitler geçiyor. Bizimkinin metabolizması değişiyor. Kızların at kuyruğu saçlarına, eteklerine dikkat etmeye başlıyor. Bir de üstüne, zamanlar bahar ayları. Sormayın gitsin. Vücutta geometri baş aşağı vaziyette. O sıralar orta ikiye gidiyor. Zaman zaman arkadaşlar ile okulu kırıp Adaya falan kaçıyorlar. Babanın imzası taklit ediliyor öyle anlarda, na-mevcut kağıdı için. Arada sırada da Arto Tömsü diye bir arkadaşıyla Ataköy sahilinde balık tutuyorlar.
Bu Fransızcanın dilbilgisi acayip sakat ve zor bir iş. Bir de yazımı var ki, o da ondan beter. Bu yazma dersine Dictée(dikte, dikte etmek) deniyor. Açıklamak gerekirse; hoca seçtiği bir Fransızca metni okurken, sınıftaki bebelerde yazım ve dilbilgisi kurallarına uygun yazmaya gayret ediyorlar. Belirli bir kuralı yok ve sürekli istisna kelimeler var. Bir de Fransızca lisanında bir kelimenin dişi yada erkek olma durumu söz konusu. Mesela “masa” kelimesi dişi, “süt” kelimesi erkek. Hepsini ezbere bileceksin. Zira kelimenin yanına gelen sıfat, zarf ne varsa, hepsi bundan etkilenip o dişilik yada erkeklik durumuna göre yazılıyor. Kelimenin tekil, çoğul olması da üstüne biber. Anlayacağınız katmerli bela.
Bu yazım dersine gelen koca burunlu, Mösyö Edizel adında İstanbul ekalyetinden bir zat. Sordu mu, en kazığından soruyor. Hocanın, kimsenin bulamadığı bir kırmızı kitabı var, hep oradan geliyor metinler. Aynı dönemde okulun müdürü de Fransız hükümetinden tayinle gelen, Mösyö Fek adında iri yarı bir baş papaz. Okul müdürü gençliğinde profesyonel boksörlük yapmış sonra Fransız Lejyonuna katılmış. Fakat daha sonra, Lejyonda işlediği günahlar yüzünden tövbekar olup, Lazarus tarikatine ait bir manastıra kapatmış kendini. Sonrada İstanbul’a çıkmış tayini. Pek ortalıkta gözükmeyen ama okulda geçmişi yüzünden pek korkulan bir baş öğretmen. Kendisine çarpılan yok ama namı almış yürümüş.
Bu dikte sınavının olduğu bir bahar günü, Ali Necip ile dört beş arkadaşı öğleden sonra sınava girmemek için okulu kırıyorlar. Mösyö Edizel’in huyu gereği; yoklamada beş veya daha fazla talebe eksikse; onları ayrıca imtihana alıyor. Böylelikle kazıktan kurtulup, birbirleriyle yardımlaşabiliyorlar. Okulu kırıp, doğruca Franko’nun kahvesine gidiyorlar. Okey, mokey. Al karoyu ver papazı derken, bizimkisi bir ara tuvalete gidiyor. Geri döndüğünde çocuklardan kimse yok. Bir anlam veremiyor. Çocukların gidebilecekleri her deliği gidip arıyor ama kimseler yok. Geri dönüyor Franko’nun kahveye. Okulun dağılma saatine kadar kahvede bekliyor, içi içini yiyerek. Arkadaşı İrfan’ın kahveye gelişiyle öğreniyor neler olduğunu;
Bizim adam tuvaletteyken teneffüsten kaçan bir arkadaşları kahveye geliyor. Mösyö Edizel’in hasta olduğu için derse gelemediğini yerine okul müdürü Mösyö Fek’in gireceğini ve yan sınıftan ihbarla müdürün çok kolay sorduğunu haber veriyor. Herkes tabanlara kuvvet okula dönüyor. Müdür yoklamayı yaptırmadan sınıf tam diye imza atıyor. Bizimkisi içerde gözüküyor. Ama fiziken yok. Bir de kolay sormuş. Herkes 9-10 bekliyor.
8 yorum:
kesin başına gelecek var bu alinin.
bu arada o İzzet-ü ikram, Ali-ül Ala lardan bende isterim haberin olsun. kekler borekler biz görmeyeli pek bi hamaratlaşmıssın maşallah.
Ama! ama! olmas ki arkası yarına bırakılmas ki hiç yapıştıramadım Ali abime.. :)
Tarkicim,
Valla bende seninle hem fikirim..:)Ama bu iş hoşuma da gitmedi değil.Hepinizden önce ben okuyacağım.:)))))))))
Sevgiyle Kal...
Not:Valla onun adına yorum da yanıtlıyorum ya ohh deymeyin keyfime...Tüm hakları bende saklı,çok sevdim nüfusuma alacağım Ali abiyi de kabul etmiyor bir türlü...
Ama ama ama bence de olmamıs
en guzel yerınde
arkası yarın denır mı
merakla beklıyrouz:)
Merakla bekliyorum... :-)
Sevgili Aşk ve Zehir,
Kendimi hepinizden şanslı hissediyorum,çünkü yarın sabah posta kutumda hikayenin geri kalanı duruyor olacak.
Ali abime de söyledim,inanın çok heyecan verici kendi yazılarımdan çok daha zor ,özenerek ve elim titreyerek yayınladım.
Sevgiyle Kalın...
alemsiniz yaa :) çok güzel olmuş bu, gerçekten şanslısın başak. bloglarda değişik ve özel birşey sana kısmet oldu :) bunu hakediyorsun.. iyi ki ısrar etmişsin bak böyle güzelliğe sebeb olmuş, kutlarım..
öykü sen de arkası yarın yapıyordun, hiç sitem etme şimdi :)
Veragocuğum,
Valla bugün bende kendimi şanslı buluyorum.Ne kadar akıcı ve sürükleyici bir dil öyle değil mi?
Bundan sonra her fırsatta mimleyeceğim Ali abiyi...ki biz böyle güzel hikayeler dinleyebilerim...
Yorum Gönder